Tarık Minak

Tarık Minak


İNSANLIĞIN BÖCEĞE "DÖNÜŞÜM" TRAJEDİSİ

01 Temmuz 2020 - 16:13

Merhum Roger Garaudy'nin "Kıyısız Bir Gerçekçilik" deyip anlattığı isimlerdendir Franz Kafka. Kafka'nın "Dönüşüm" eseri de bu kıyısızlığın bir panoramasıdır adeta. Üzerinde çok şeylerin yazılıp konuşulduğu kitap üzerine birşeyler söylemek istedim ben de.

Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler kitabında Schiller'in "böceklere şehveti" dizesini Mitya okurken Alyoşa'ya hepimizin içinde bir böcek var der ve bunun karamazovluk yönü üzerinde durur. Ne kadar ilgili olması bir yana bu böcek metaforunu okuduğum zaman Kafka'nın Dönüşüm adlı eserini hatırlamış ve ikinci bir okuma isteği oluşmuştu bende. Yıllar öncesinden okuduğum bu eseri tekrar okuyunca çok farklı bir etki okuşturdu. Kafka'nın o karanlık dünyasının ürkutücülüğüyle birlikte yazarın edebî ve bilinç dünyasına da bir hayranlık uyandırdı bende.
Sonda söylenecek olanı şu an söylemek istiyorum. Hayat, Kafka'nın dönüşüm eserindeki gibi böcekleştiğimizi bize açıkça gösterecek kadar parlak bir ayna olmayıp aksine acımasız bir dönüşüm makinesidir.
Kendi odasında bir böceğe dönüşmüş Gregor Samsa ile odanın ardındakiler arasında gerçekleştirilmeye çalışılan bir iletişim. Bu sahne bize kitabın dönüşüm diye üzerinde durduğu asıl meselenin iletişim ve konuşabilme problemi olduğunu anlatıyor aslında ironik bir şekilde. Ki bir arkadaşına yazdığı mektubunda Kafka herkesin "beraberinde taşıdığı bir parmaklıkla" yaşadığını söyler.

Odasıdır şimdilik kendi parmaklığı Gregor Samsa'nın. Ama bu süre zarfında Gregor'un en büyük endişesi işe yetişebilmesidir. Ve kapı kilitlidir bu onu motive ediyor çünkü böcekleştiğinin ifşa olmasını engelliyor. Ve bu kapı kilitleme alışkanlığını işten kazandığını da bir övünme detayı olarak verir. İşi pazarlamacı olup seyahat gerektiren bir iştir. Seyahatlerin ona kilit ardında kalma alışkanlığı kazandırması çağımızın düşünsel ve duygusal serüvenimizde zorunlu olarak "kilit ardı kalma motivesi" kazandığımızın(!) acı bir betimesidir aslında. Gregor için bu övünme sevebidir çünkü böcekleşmiştir. Böcekleşenler için..

Odasında başına gelen böcekleşmenin ya müdürün başına gelseydi sorusunu kendine hayalen sorarken salonda müdürü sanki buna cevap veriyormuş gibi odada bir kaç adım atıp cilalı çizmelerini gıcırdatması da hiyerarşideki üstlerin yada iktidarların insanların haklı empati sorusuna cevap verme gereği görmeyip "ayak"ları ile cevap vermeleri de Kafka'nın ince iktidar eleştiri olarak okunabilir. Aynı zamanda "iktidar ve gözetim" olgusuna dâir de şimdiki yaşadığımız mecnun geleceği betimliyor âdeta. Çünkü müdür çıplak gözle Gregor'u görmemekte.

Doktor-çilingir ikilisi arasında bir ayrım gözetilmeme detayını tıbbın yada psikanalizin krizden kurtuluş umudu taşıdığı şeklinde okudum. NitekimTanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsünde Doktor Ramiz'in "Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır" ironisi de Kafka'nın bu ifadesinin farklı bir çehresi. Ki daha sonraki sayfalarda Gregor bu ikisinin kapıdan hangi bahane ile döndürüldüğünü anlamadım diyecektir. 

Müdürün yatışması ve ikna edilmesi için Samsa'nın, kız kardeşinin konuşmasını istemesi ve müdürün kadınlarla arası iyidir deyimi de yine çalışma hayatında "kadın imgesi"nin sosyal iletişimin dinamiklerinde sömürü düzeyindeki konumuna dair ufak bir kesinti olsa gerek.

Bir böceğe dönüşen Gregor'a ailesinin gittikçe mesafe koyması ve iletişimden kaçınmaları ki onunla yüzyüze konuşmayı dâhi denemeden kendilerini anlayamayacağını zannetmesi de iletişim bozukluğunun farklı bir şekilden yansıyışı. Kitabın başında yani Samsa kapının ardında iken dubar ardı olarak vâr olan iletişim yüz yüze iken "anlaşılamayacağız" neticesine varıyor. Ne kadar acıklı bir tablo sanal dünyamızın ardındaki iletişimin yada bağların insanî değerleri ve vicdanî deneyimi yok ettiği düşününce Samsa'nın yerine kendini koymayacak olan kaç kişi var ki? Biyojik bir böcekleşmenin değil de ruhsal bir böcekleşmenin ve uzaklaşmanın yüzleşmesilmesi anlamında ne kadar da gerekli Kafka'yı anlamak. Ki başta kilitleme odanın içinde iken şimdi ise ailenin dıştan kapıyı kapatması da iletişimsizliğin getirmiş olduğu yalnızlığı ve kapatılmayı anlatıyor. Böcekleştiği için. Kafka'nın karanlık dünyası bizim gerçek dünyamızdır onun için de..

Gregor'un dünyası gittikçe yalnızlık ve suçluluk duygusuna dönüşüyor sayfalar ilerledikçe. Eski hayatı ile şimdiki kapatılma ve özgürlüğünden edilme arasındaki sorgulayış. Keten bir çarşafla bedenini kapatması odaya girenler için.

Babasının Gregor'a elma atıp saldırması ise kitapta beni en çok etkileyen bölümlerden oldu. Elma metaforu Tevrat kültüründe ilk günahı temsil eder. Dünya'ya düşüşü. İslam kültüründe ise "hubut." Nitekim Gregor'un annesinin bu ânda "çıplak" bir şekilde koşup baba Samsa'ya Gregor'u bağışlamasını istemesi de ilginç bir detay. Çıplaklık bu anlamda yaratılışa götürürken baba imgesi üzerinden ise Freudçu bir okumanın olduğunu görürüz. İlginçtir ama üç bölümden oluşan kitabın ilk iki bölümü "baba" darbesi ile sonlanır. Ki bu elmalardan biri Gregor'un sırtında kalıp sonrasında çürümesi ise Kafka'nın hayata bakışının acımasız bir tasviri olsa gerek.

Böcekleşen bir ruhsal travmanın hayatın çürümesi karşındaki ızdırabıdır aslında bir anlamda anlatılan..

Oda kiracılarının yemekte hiç konuşmama detayından bunların "din adamı"nı temsil edebileceklerini düşündüm ki Yahudi kültüründe yemekte özellikle konuşulmaz. Bunların trajediyi oldukça doğal karşılayıp sonrasında ise bir fırsata çeviren ahlakları da din adamlarının hayattaki konumlanışlarının ikiyüzlülüklerinin ilginç bir betimesi olsa gerek.

Gregor'un önceden sütü çok sevmesine rağmen o ân içememesi Lars'ın Melankoli (2011) filmindeki o acı sahneyi hatırlattı.

Son zamanlarda izlediğim Haneke'nin Saklı (2005) filminde de meydana gelen bir trajediyi karı-koca konuşurkenki acımasız ve samimiyetten uzak bir sahneyi hatırlattı. Ki Haneke'nin Mutlu Son filmi de iletişimsizliği, ikiyüzlülüğü konu edinmiş güzel filmlerden biri.

Kitabi okurken Bunuel'in Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği (1972) filminde burjuvazi hayatı ile sürrealist bir dalgası ve ironisi de bir tahattur olarak kalsin.

Ki gündelikçi kadın da Bunuel'in Viridiana (1961) filmindeki Bunuel'in o sert bir sekilde eleştirdigi insanlığın ikiyüzlü sahnelerini hatırlattı.

Kitap ölmüş bir böceğin (!) ardında tren vagonunda geçen bir yolculuğun umutlu düşleri ile biterken ben kitaptan ve hayattan anladığımı Lars Von Trier'in Antichrist-Deccal (2009) filminde tilkinin acımasız ve etkili deyişi ile bitireyim yazıyı.

"Kaos hüküm sürecek.."